Parmaklarımız kayıyor. Saniyelik hazlar, ardı arkası kesilmeyen bilgi akışı. Bu anlık sörf eylemi, aslında günümüz insanının ruh halinin ta kendisi: Zihin çok hızlı çalışıyor, ama kalbimiz ona yetişemiyor.
Zihnimiz, bu çağın devasa veri toplama makinesi; her şeyi anlıyor, analiz ediyor, çözümlüyor. Hız, bizim kolektif başarımız ve aynı zamanda en büyük hatamız oldu. Hızlandıkça içimizdeki derinlik törpüleniyor. İbn Arabi’nin o kadim uyarısı, modern insanın kulaklarında çınlamalı: "Kulun kelamı ruhunun değil nefsinin taşıyıcısı olursa, hakikatin perdesi olur." Bizim o anlık yorumlarımız, hızlı tepkilerimiz, sürekli paylaşma zorunluluğumuz... Hepsi ruhumuzdan değil, sadece nefsimizin telaşından geliyor. Ve biliyoruz ki bu sözler, hakikati açığa çıkarmak yerine, zihinsel gürültü perdesini genişletiyor.
Bu sustukça kaybolma korkusu, bizi sürekli bir şeyleri görmüş, duymuş, fikrimizi beyan etmiş olmaya itiyor. Çünkü bir an dursak, o akıştan düşeceğimize inanıyoruz. Bizi saran bu korku, toplumsal bir paniktir. Çok bilenin imtihanı, neyi bilmediğini fark edememektir. Ekranların yansıttığı her şeyi bildiğimizi sanıyoruz, oysa bu aşırı bilgi birikimi bizi yoruyor, ruhen yönsüz bırakıyor. Bu birikim, kalbin süzgecinden geçip Hikmet'e dönüşmek yerine, sadece zihinsel bir kargaşaya, kronik bir uğultuya dönüyor. Ve o uğultu anında, zihnin yüksek ve keskin sesi, kalbin fısıltısını tamamen bastırıyor.
Bizler, anladığımız her şeyi hızla tüketebiliyoruz. Bir felaketi görüyor, bir saniye sonra komik bir içeriğe kahkaha atabiliyoruz. Zihin 'anlaşıldı, geç komutunu veriyor. Ama kolektif olarak hissedemiyoruz. O acının, o sevincin kalpte demlenmesi için zaman vermiyoruz. İnanıyoruz ama bağlanmaktan çekiniyoruz. O duygusal kırılganlık, bu hızlı akışta bir lüks, bir kayıp gibi geliyor. Bu hızın sonucunda, hepimiz sürekli bir Araf'ta yaşıyoruz. Ne tam olarak bilgiyi sindirebiliyoruz ne de tam olarak hissedebiliyoruz.
Zihnimiz, içinde açık kalmış yüzlerce sekme olan bir bilgisayar gibi; haberler, görevler, pişmanlıklar, geleceğe dair kaygılar... Her biri aynı anda vızıldıyor. Taşan zihin budur. Ve bu bilişsel yük, kaçınılmaz olarak toplumsal anksiyeteye dönüşüyor. Oysa çözüm ne yeni bir bilgi ne de yeni bir içeriktedir. Çözüm yavaşlamakta Kemal sayar'ın dediği gibi telaş ve acelecilik toplumuna karşı teenni ve sükûnet toplumunu diriltmemiz gerekiyor.
Zihin bilgiyle dolarsa taşar, gürültü yapar. Ama kalp hikmetle dolarsa susar, sükûnete erer. Bizim ortak sınavımız, zihnin o yüksek sesini kısma cesaretini göstermek. O yüzlerce açık sekmeyi kapatmak ve kalbin ağırbaşlı suskunluğuna kulak vermek. Söz sadece bir eylemdir. Ve bizler, o anlık yorumu yapmadan, o ekranı kaydırmadan önce durmak, o eylemin sorumluluğunu alma bilincini oluşturmak zorundayız. Belki o duruşta, belki o sessizlikte, hepimizin aradığı o hakikat perdesi aralanır.
Söz sadece bir eylemdir. Hikmet, hızda değil, yavaşlamanın zorlu ve onurlu eyleminde gizlidir. Bizim sınavımız, o hızdan feragat etmektir. Zihnimiz fiber optik hızda akarken, kalbimizin düğümlendiği o yerde kalmayı göze alabilmek.
Taşan zihnin sesini, kalbin sükûnetine kurban etmeden, bu çağın Araf’ından çıkışımız mümkün olacak mı?